Mersin’e yolumu düşüren mayıs ayındaki bir iş görüşmesi… Görüşmenin ilk 15 dakikası doğru dürüst konuşamayınca dedim ki kekemelik önümde ciddi bir engel, yapmak istediğim ya da cesaret etmek istediğim şeylere bu engel oluyor. ( Gerçi sadece 10 gün sonra öyle olmadığını anlayacaktım ). — Bu arada görüşme aslında iyi geçti, şirkete kabul de edildim ama ben taktım ya kafaya işte 20 küsur yıldır kendimi ifade edemiyorum –
Uzun uzadıya araştırdım Türkiye’de pek çok yerde gördüğünüz şu 15 günde kekemeliğe son programları hakkında okuyor, araştırıyordum ama aklıma bir türlü yatmıyordu.
Yok bir hafta sus programı, yok kola içme, yok nefes egzersizi… Ama ne saçma işler! Bilimsellikten uzak, bir mühendise hiç gelmiyor böyle şeyler 🙂 Sonra kekemelik hakkında kitabını okuduğum bir psikologun İstanbul’daki ofisine gittim, kendisi yoktu, sanırım görüştüğüm kadın da ortağıydı. Benim kekemeliğimin çok ağır olduğunu (sanki çok biliyormuş gibi) neler yapacağımızı anlattı. O anlattı da benim yine içime sinmedi, kadının “siz de psikologsunuz değil mi” soruma alelalde verdiği “hıhı” cevabı sonrasında sadece terapist olduğunu öğrendim. Ne terapisti diye sormayın, bilmiyorum. Uzak durun böyle kurumlardan.
Sonrasında derin umutsuzluklar içinde araştırmalarım devam ederken Veysel ve Mahmut Hoca’ya rastladım. Veysel Hoca dil ve konuşma bozuklukları üzerine uzun zamandır çalışıyor. Akademik anlamda bu işin gerçek eğitimini yurt dışında almış, orada çalışmış. Mahmut Hoca işin psikolojik boyutu ile ilgileniyor, gerçek bir uzman. Kendime “Evraka! Evraka!” dedim resmen. Aradım, kısa bir görüşme sonrası — o zamanlar telefonda konuşmaktan hiç haz etmiyordum da, bu arada her kekeme telefonla görüşmekten nefret eder ve bu ayrı bir yazının konusu olsa iyi olacak — bir hafta kadar sonra soluğu Mersin de aldım. Çok hızlı verilmiş bir karar ve ilginç bir yolculuk olacaktı.
İlk aşama için 10 gün kadar Mersin’de kaldım. Bu süreçte en çok değişen şey ise duygu durumum ve kekemeliğe bakış açım oldu. 20 yıldır kendime ne kadar işkence ettiğim, aslında kimsenin benim konuşmamla benim kafamdaki kadar ilgilenmediğini defalarca test ettim. Başta çok zordu, asla yapamam dediğim her şeyi de yapmaya başladım. Şimdi merak edenler için biraz öğrendiğim bilimsel boyuta giriyorum kemerleri takalım 🙂
İlk aktarmak istediğim kekemeliğin ne olduğu değil ne olmadığı, zira iki bin yıldır üzerine araştırmalar yapılan bir konu olur kendisi. Kekemelik:
– Yanlış konuşma alışkanlığı
– Düzensiz nefes almadan kaynaklanan bir şey
– Bir davranış bozukluğu (zaten davranış değil)
– Öğrenilen ya da taklit edilen bir şey DEĞİLDİR.
Peki o halde Kekemelik Nedir?
Buna en güzel tanımı Veysel Hocam vermişti ilk gün. “Ah siz kekemeler, ne çekiyorsunuz kekelemeyeceğiz diye!” demiş ben kısa süreli bir şaşkınlık yaşamıştım. Ve şöyle tanımlamıştı: ” Kekemelik kekemelerin kekelememek için harcadığı çabaların toplamıdır.” Sonraki günlerde anladım ne demek istediğini. Saklamak için türlü çabalar, ilginç tikler, kaçınma davranışları.
Bilimsel olarak ise kekemelik, genel olarak 2–5 yaş arasında dil gelişim sürecinde meydana gelen akıcı konuşma bozukluğudur. Sadece bir “a” harfi için bile yüzümüzde 300 kasın kullanıldığını ve konuşma merkezinden 1400 emirin gidip geldiğini varsayarsak da aslında oldukça zor bir eylem ve aksamların olması çok çok çok do-do-do ğal.
Yeri gelmişken ailelerin zannettiği gibi birden olmuyor aslında, sadece dolu bardak taşınca farkediyor aileler. Onlar için erken ve düzgün konuşan çocukları birden kekeliyor oluyor, bunu da korku, nazar ve bilimum ilginç fikirlere bağlayanlar var. (Canım annem de çok erken konuştun sen nazardan derdi 🙂 )
Bu arada kekeleyen bir çocuğunuz varsa ailenin tutumu inanılmaz derecede önemli. Ve azalma olmadığını farkeder etmez bir uzmana gitmekte fayda var. En doğru aile müdahelesini uzmandan öğrenirsiniz ancak ne yapılmaması gerektiğini ben bile biliyorum: Görmezden gelmeyin, çocuğun kekemeliği yokmuş gibi davranmayın. Onu bu durumla kendi kendime uğraşmak zorunda bırakmayın, lütfen!
Bu arada yine kişisel bir gözlem, ailelerin bakış açısı ile ilgili. Özellikle anneler kendilerini çok suçlayıp yanlış bir davranışları ile bunun olduğunu düşünüyor. Ama kekemelik bilimsel bir olgu, yani anne çocuğuna kötü ya da yanlış davrandı diye olsaydı her yanlış davranılan çocuğun kekeme olması gerekirdi. Ailenin çocuğa davranışının bunun üzerinde direk etkisi yok.
Yukarda söylemek istediğimi yetişkinler için de şöyle değiştirebilirim aslında. Kekemelikten dolayı kişide psikolojik sorunlar meydana gelebilir. Ama kekemelik psikolojik sorunlardan meydan gelir demek pek de doğru olmuyor. Genelde tek taraflı bir etki söz konusu. Yani kekemelik ilerleyen yaşla birlikte psikolojimiz üzerinde olumsuz etkilere sahip olabiliyor. Olabiliyor değil oluyor . Yani kişi özgüveni düşük olduğu için kekelemiyor, kekelediği için özgüveni düşüyor. Genel olarak kendimizi sevmiyor bunu bir eksiklik kabul ediyoruz. Tabi olaya bilimsel ve teknik olarak bakınca epeyce bir şeyler değişiyor.
Aaaaa bir de şarkı söyleme konusuna değinmek istiyorum. Bildiğiniz üzere şarkı söylerken kekelemiyoruz. Bunun sebebini öğrenince resmen aydınlanma yaşamıştım. Beynin konuşma ve şarkı söyleme merkezleri farklı olduğu için şarkı söylerken kekelemiyoruz. Yani nefes ve diyaframla falan alakası yok. Yine aklıma şu saçma sapan yalancı kurumlar geldi, sinirlendim!
Öyleyse derine dalmaya devam edelim.
Pekala Kekemeliğin Kaynağı Ne?
2 bin yıldır araştırıyorlar dedim ama buldular demedim 🙂 Genetik (yani ailede herhangi birinde herhangi bir konuşma bozukluğu varsa), nörofizyolojik (bu konuşma merkezi ve konuşma esnasındaki fiziksel olaylarla ilgili olmalı) ya da duygusal olabilir. Genetik ve nörofizyolojik sebeplere müdahale çok mümkün değil ancak duygular üzerinde değişiklik yapılabilir. Çünkü duygular öğrenilen şeylerdir ve sonradan değiştirilmesi de mümkündür. Sadece 10 günde eskiden utandığım şey ile dalga geçiyor olmak beni ne kadar çok şaşırtmıştı…
O halde tedavi süreci nasıl işliyor?
Burayı aynı makalede anlatmak hem uzun olur hem de elbetteki anlatacak yeterlilikte değilim zira sadece 25 yıllık bir kekemeyim. Ama ana hatlara değinmezsem içimde kalır.
Kekemelik tedavisinde izlenen yöntem konuşma patolojisinin gelişiminde öncü olan, aynı zamanda kendisi de kekeme olan Charles Van Riper tarafından geliştirilmiştir. Temel amaç ise kişinin duygusal olarak güçlenmesini ve kekemeliği ile hayatına “mutlu ve başarılı” bir insan olarak devam etmesidir. Yani amaç kekemeliği ortadan kaldırma değil, kekemeliğe dayanma gücünü dolayısı ile bununla baş etme gücünü arttırmaktır.
Herkesin kekemeliği kendine!
Her kekeme ve tedavi ona özel bana kalırsa. Çünkü duygu durumlarımız, farkındalık geliştirme süreçlerimiz hepsi hepsi çok farklı. Önce kendinizi anlıyor, duygularınızı anlamlandırıyorsunuz. Ve hiç tahmin etmeyeceğiniz bir şey oluyor :
Kediyi kucağımıza almak.
Veysel Hocam’ dan bir örnekle devam edelim o halde. Eğer kediden korkan bir çocuğunuz varsa ve ona kediyi sevdirmek istiyorsanız ne yaparsınız? Sürekli onu kedinin olduğu yerlerden uzak tutmak, çocuğunuzu kediden kaçırmak ya da kediyi sürekli kovalamak işe yaramaz. Ona kediyi kucağına almayı, sevmeyi ve onunla yaşamayı öğretirsiniz. Tedavi süreci de aynen böyle işliyor aslında. Kabul ediyor, dayanma gücünüzü arttırıyorsunuz. Yani kediyi kucağımıza alıyoruz!
Kekelemek serbest, kaçmak yasak!
Giderken zannediyordum ki nefes egzersizleri, zorlandığım harfler üzerine falan çalışacağız bir de göreyim tek yaptığım şey kekelemek 😀 Aslında yapılması hedeflenen sey de sizi ikincil davranışlarınızdan kurtarıp, kekemeliğinizin özüne inmek.
Ve çalışmaların varmaya çalıştığı yer bence duygusal açıdan güçlü bir birey olmamız için yok göstermek.
Dostlara azıcık tavsiye
Kekeme arkadaşı olanlara da sesleneyim. Çoğu arkadaşım sanırım ben daha rahat hissedeyim diye gözlerini kaçırıyor ya da cümlelerimi tamamlamaya çalışıyor. Bunun yerine beni saklamaya çalışınca uyarır hatta cesaretiniz varsa benimle birlikte kekelerseniz gerçekten yardımcı olabilirsiniz.(Buna cesareti olan can dostum güzel insan Buket, yeri gelmişken teşekkür ediyorum.)
Bu arada ben şimdi bülbül gibi şakıyor muyum?
Yok yok hala kekemeyim, üstüne bir de yeni bir maceraya atıldım. Londra’dayım ve hunharca iş arıyorum — Yeri de gelmişken iş tekliflerine açığım:) — İki dilde birden kekeliyorum! Bu benim bir parçam, kediyi aldım kucağıma dünyanın her yerine gezdiriyorum. Ama ne zaman olduğunu, endişelenince nasıl arttığını, stress anında nasıl tepkiler verdiğimi biliyorum. Bunun utanılacak bir şey olmadığını biliyorum. Hayatım boyunca bununla nasıl yaşamam gerektiğini biliyorum. Hatta bazen mağazalarda gıcık olduğum çalışanları çileden çıkarmak için 3 kat kekeliyorum 😀
Onca insan varken bu yazıyı neden ben yazdım?
Aslında ilk olarak blogumda yazmaya başladım. Amacım hislerimi paylaşmak ve yaşadığım süreci unutmamak için notlar almaktı. Sonra blogu okuyup sosyal medyadan ya da maille ulaşanlar oldu. İçini döken telaşlı anneler, nasıl çare bulacağını bilemeyenler… Bır de buraya yazayım dedim.
Her iş gibi bunu da piyasaya dökmüş, amacı sadece para kazanmak olan insanlar var, herkesi uyarmak istedim. Biraz da işin uzmanlarına seslenmek istedim! Gerçek bir uzman bulmak, ulaşmak zor oldu. Zor olması doğru kaynakların yeterince ulaşılır olmadığını gösteriyor. Lütfen daha görünür, daha sesli olun ❤
Bir de teşekkür etmek için yazdım tabi ki. İlk konuşmamızda “Bu ne biçim adam yahu! Hiç gülmüyor.” diye düşündüğüm ama tabi ki öyle olmadığını anladığım Veysel Hocam’a ve “Ne güler yüzlü adam! Halden anlıyor, nasıl kardeş olabilir ki bunlar arkadaş…” dediğim ve hep öyle kalan Mahmut Hocama. Aslında bütün Kızılboğa Danışmanlık Merkezi’ ne teşekkür ediyorum. Stajyer arkadaşlarım (arkadaş olmak yasak olsa da sanırım dayanamadık) özellikle İnci’ ye, ayrıca Sakine Abla’ya da teşekkür etmeliyim.
Hep Veysel Hoca’dan inciler vermişim son olarak Mahmut Hoca’nın bir sözü ile kapanışı yapıyorum:
‘Normal bir insan için hardron çarpıştırıcısının sırrını çözmek ne kadar zor ise, bir kekeme için akıcı konuşmakta o kadar zor.’
Akıcı konuşabilen insanlara bakıp bunun çok kolay olduğunu sanıyoruz. Halbuki zor olan bir şey için uğraşıyoruz.
Hani bize alkış??? 🙂
Sssss-sevgilerle